TEST K - Bölüm 1
Bölüm 1 – Vanavia
Yazar: Syhx
Editör: Aesh
Sanki, annesinin karnından yeni çıkmış bir bebek gibi yatakta uyanmıştı. Fakat nerede olduğunu, neden burada yattığını ya da buraya nasıl geldiğini bilmiyordu.
Loş ışıklı, köşesi olmayan küçük bir odaydı burası. Etrafına baktığında ise, ona bakan bir çift göz gördü.
Karşısındaki varlığı tanımlayamadan o gözlerin sahibi, konuşmaya başladı.
“Merhaba, ah! Özür dilerim… seni uyandırmak istememiştim! Şey, umarım iyi uyumuşsundur. Ben… Pyos! Tanıştığıma memnun oldum.” diyerek utangaç bir şekilde selamlaştı.
Çocuk elleri ile gözlerini sildi ve güneş ışıklarının yansıması geçtiği gibi karşısındaki soğanı…? gördü.
“S-Soğan?”
“Hm?”
Rüya görüyorum muhtemelen, karşımda insan boyutunda yaşayan bir soğan var, neyse uyum sağlıyayım bari.
“Neredeyim ben? Burası neresi?” diye sorup yataktan kalktı.
“Nerede misin? Buradasın işte! Burası benim odam!” dedi Pyos.
“Demek istediğim… neden buradayım..? Ne işim var burada?”
“Aslına bakarsan, sana aynı soruyu soracaktım… sahi, neden buradasın? Dün akşam babamla dolaşmaya çıktık. Eve geldiğimizde ‘sen’, benim yatağımda uyuyordun?”
Çocuk, şaşkınlıkla cevapladı.
“Ne? Buraya, ‘benim’ geldiğimi mi söylüyorsun?”
“Nasıl yani, hatırlamıyor musun? Aslında… bir yandan da çok mutlu oldum. Uien dışında bize pek misafir gelmez! Ah bu arada, ismin neydi?”
“İsmim… ismim şey… bir dakika… ismim ne benim?”
Rüyada değil miyim yoksa? İsmimi neden hatırlamıyorum!?
“N-Ne!? İsmini bilmiyor musun?”
Çocuk iki eli ile kafasını sallamaya başladı.
“Ne oluyor ya… H-Hiçbir şey hatırlamıyorum!”
“Olsun! Sakin ol lütfen! B-Ben sana isim veririm.” dedi Pyos.
Çocuk eli ile yüzünü kapatıp garip bir şekilde gülmeye başladı.
“Rüya falan görüyorum sanırım, ne bu saçmalık…”
“Peki, önce sakin olalım. İlk başta sana bir isim bulmaya ne dersin?” dedi ve yatağın çaprazındaki masaya oturdu.
Çocuk da yanına oturdu ve küçük beyin fırtınalarına başladılar.
Biraz düşündükten sonra;
“İnsan adam. Nasıl?”
Bu kadar büyük tartışmamızdan sonra seçe seçe bunu mu seçtin…?
Çocuk garip gözler ile soğana baktı.
“Beğenmedin mi? Üfff… neyse. Aç olmalısın, ne yemek istersin? “diye sordu Pyos.
“Fark etmez.”
“O zaman, bugünün menüsü dünün menüsü ile aynı! Yani, soğan ve su!” dedi ve tabağı masaya koydu.
“Bu… Bu tabaktakiler sana benziyor. ”
“Ha… evet. Onlar da benim gibi bir soğan… ama merak etme. Nasıl desem… bizimle aynı tür olan insansı türünden değiller. Malzeme türünde doğuyorlar, yaşamıyorlar yani.”
“Yaşamıyorlar mı?”
“Evet yaşamıyorlar.”
Çocuk biraz duraksadı ve güldü.
Ardından “Yiyorum o zaman.” dedi ve etrafına boş gözlerle bakarak düşünceli bir tavırla önündekileri yedi.
Çocuk tam söze girecekken Pyos konuşmaya başladı:
“Bu arada, ben sana burayı tanıtmaya başlayayım. Belki zamanla hafızan yerine gelir. Burası Vanavia, meyvelerin ve sebzelerin şehri. Vanavia’da yedi aile var. Her aile tarım ürünleri yetiştirir ve yetiştirilen ürünler at arabamızla başkente götürülür.”
Bir rüyaya göre fazla ayrıntı girmeye başladı işin içine, bir gariplik var…
“Biz soğan ailesi. Ben Pyos ve babam Opios. Vanavia’nın dışında bu küçük evde yaşıyoruz. Çünkü, bize yaklaşanlar sürekli ağlıyorlar. “
Hm? Ben neden ağlamadım?
Eğer istersen… seni şehrin merkezine götürebilirim. Orada balkabağı Hutson’u bul, o belki sana yardımcı olur. Yemeğini bitirdiysen hadi yola çıkalım!” dedi Pyos ve evden çıktılar.
İkili yürümeye devam ederken patikanın sol tarafındaki ağaçlardan bir çığlık duydular.
“Pyooooooooos! Bu sefer elimden kaçamayacaksın! “diye bağırdı, tuhaf görünümlü adam.
Güzel, bir deli daha eksikti
“Oh bu Uien! Selam dostum, kaçmıyorum ki zaten!” diye karşılık verdi Pyos.
“Düş… Düşündüğümden daha güçlü bir rakipsin, Pyos!”dedi Uien ve mızrağını kapıp ormanın derinliklerine kaçtı.
Çocuk, saçlarını karıştırarak sordu:
“Bu… neydi şimdi?”
“Ha, o mu? O benim en yakın arkadaşım Uien! Kendisi biraz utangaçtır da ehehe!” dedi Pyos. Ve ikili yürümeye devam ettiler.
“E-En yakın arkadaşın olduğuna emin misin?” diye sordu çocuk.
“Benim… başka arkadaşım yok. O ve… babam dışında. Baba da bir arkadaştır değil mi? “dedi. Yüzündeki gülümseme yerini üzgün bir hale bıraktı.
“Bilmem, öyle midir?” diye cevapladı çocuk.
İnsanlarl-… soğanlarla konuşmayı beceremiyorum
Ardından, Vanavia’nın girişini gördüler. Çitlerle çevrili huzurlu bir köy gibi gözüküyordu. Kapıda duran iki kişi sert bakışlarla etrafına bakıyorlardı. Pyos ve çocuk kapıya doğru biraz yürüdüler.
“İşte, burası Vanavia. Burada senden ayrılmam lazım. Biliyorsun, başkalarının yanına yaklaşamıyorum…”
“Sormadım da… neden ben sana yakınlaşabiliyorum?”
“…Şuradaki iki hıyarı görüyor musun? Eğer onlara sorarsan, sana Hutson’ın evini tarif ederler. Hadi görüşürüz dostum, eve gitmeliyim. Babamla yapacak işlerim var.” dedi hüzünle ve arkasını dönüp gitti.
Soruma cevap vermedi.
Çocuk iki salatalığa yaklaşırken, bir anda kendini diplerinde buldu.
“Hop, dedik yabancı nereye böyle? Ben Herc, bu da Cerc. biz buranın bekçileriyiz. Gelme amacın nedir?” diye sordu bekçi.
“Balkabağı Hutson’ı arıyordum.”
“Hutson demek! Bizim yaşlı bunak mı? Neden onu görmek istiyorsun?”
“Pyos, onun bana yardım edebileceğini söyledi.”
“Ne konuda?”
“Bu sabah, burada hafızamı kaybetmiş bir şekilde uyandım. Bazı cevaplar arıyorum.”
“Hafızanı.. mı kaybettin? Garip, geç bakalım. Gözüm üstünde.” diye cevapladı Herc.
Herc, Hutson’ın evini çok karışık bir şekilde tarif ettikten sonra yerine döndü. Herc’in dediğinden hiçbir şey anlamayan çocuk sonunda Vanavia’ya girdi.
Hutson’u ararken etrafına baktığında farklı türden bir sürü meyve ve sebze gördü. Tam bir çiftlik havası vardı. Etrafındakilerin garip bakışları eşliğinde Hutson’un evini aramaya koyuldu.
Köşede duran bir dilenci, çocuğa seslendi.
“Yardımcı ol lütfen… paraya ihtiyacım var.”
“Elimde sana verebilecek bir şeyim yok.”
“Sen… insansın değil mi! Eh…eh! Başkentten misin? Ne işin var burada?”
“Hutson diye birini arıyorum.”
“Hutson’ı arıyorsun demek… sana söyleyeceğim bir şey yok! Belki yardımcı olsaydın Hutson’ın evinin nerede olduğunu söylerdim.” dedi ve ardından diğer sebze ve meyvelerden yardım istemeye devam etti.
…Burada yaşayan varlıklar fazla mı duygusal?
Ne yapacağını bilemeyen çocuk etrafta gezinirken, garip birine rastladı.
“Hey, çocuk! Hutson diye birini tanıyor musun?”
“Çocuk mu? Ben bu şehrin gizli koruyucusu Gumbo’yum. Şanslısın ki benimle karşılaştın, sana yardım edeceğim.”
“Teşekkür ederim. Hutson’ı nasıl bulabilirim?”
“Merak etme, seni ona götürebilirim. Fakat, ilk önce bana ismini söyleyebilir misin?”
Çocuk stresle etrafına bakıp ilk gördüğü kelimeyi benimsemeye karar verdi.
“Kitamaru Kafe” isminin “Kita” kelimesini gördü.
“İsmim… Kita! Şimdi beni Hutson’a götürebilir misin?”
“Memnun oldum Kita. Hadi, düş peşime!”
Gumbo, Kita’yı Hutson’ın çadırının önüne kadar getirdi.
“İşte Hutson’ın çadırı Kita, tekrar bir şeye ihtiyacın olursa beni… boşver, ben seni bulurum.”
Eh-
“Teşekkür ederim.”
“Önemli değil! Yardım etmem gereken başkaları olabilir. Gumbo kaçar!”
Kita ismini benimseyerek çadırın önüne doğru geldi. Garip bir şekilde şehirdeki evlere benzemeyen bu büyük çadırın içindeki kişinin ona yardımcı olması şu anlık tek umuduydu. Derin bir nefes alıp içeri doğru adımını attı.
“Merhaba, ben Hutson’ı arıyordum.”
“İsmin nedir insan?” diye sordu Hutson sert bir tonla.
“İsmim Kita.”
“Neden buraya geldin insan?”
“Pyos bana yardım edebileceğinizi söyledi.”
“Pyos demek… hangi konuda yardım istiyorsun insan?”
“Bu sabah hiçbir şeyi hatırlamadan Pyos’un evinde uyandım. Ne buraya nasıl geldiğimi biliyorum ne de nerede olduğumu.”
“Demek öyle… yaklaş bir sandalye çek kendine.”
Kita sandalyeyi çekti ve karşındaki heybetli ve yaşlı sebzeye doğru baktı. İlk bakışta ürkütücü gözükse de, Kita Hutson’ın ona yardım edebileceğini düşündü.
“Daha deminki tavrım için kusuruma bakma, buralara pek insan uğramaz. Buraya saldıran kabileden olduğunu düşündüm.”
Oh, demek bu yüzden.
Tanıştığıma memnun oldum Kita. Bakalım sana nasıl yardımcı olabilirim. İlk olarak şunu sormalıyım, kaçırılmadığına emin misin?”
“Dediğim gibi. Hiçbir şey hatırlamıyorum.”
“Peki, o zaman sana bu Dünya hakkında biraz bilgi vereyim. Belki anlatacaklarım sana bir şeyler çağrıştırır. Bu Dünya’da bir sürü farklı ırk ve yerleşim var. En büyük şehir başkent Termia.”
Biz, yetiştirdiğimiz ürünleri başkente yollarız. Onlar da bize yetiştirdiğimiz ürünler karşılığında bakır, gümüş ve altın olarak para verirler.”
“Başkentte ise insan kral var. Fakat bazı ırklar kralı tanımıyorlar… çünkü duygu taşlarının hepsini ele geçirmeye çalıştıklarını düşünüyorlar.”
“Duygu Taşı..?”
“Dünya’da 4 tane Duygu Taşı var. Bazıları efsane dese de, ben gerçek olduğunu düşünüyorum.”
“Efsaneler ise bu taşların türüne göre kişiye muazzam güç verdiğini söylüyorlar. Kraliyet ailesinde 1-2 tane taşın olduğu da söyleniyor. Taşları elde etmenin yolu ise bilinmiyor, tamamen doğada rastgele bulunduğunu söyleyen de var… bazıları tarafından saklandığını söyleyen de var.”
“Peki, bu taşların gücünü nasıl kullanıyoruz?”
“Taşları elde etmeden güçlerini kullanmaya çalışanlar da var. Fakat taşları elde etmeden gücünü kullanmaya çalışmanın kişiyi lanetlediğini söylerler.”
Çok hızlı konuştuğunu fark eden Hutson, biraz duraksadı.
“Üzgünüm, konuyu biraz uzattım galiba. Taşlara karşı özel bir ilgim var da… Öhöm. İlk olarak başkente gidip bir loncaya katılmanı öneririm. Bazı görevler sayesinde iyi para kazanabilirsin.”
“Çok fazla bilgi. Aklımda tutmak zor olacak… peki başkente nasıl gidebilirim?”
“Vanavia’nın yanındaki ormanın içinden geçmen gerek. Fakat dikkatli ol! Orada vahşi kabileliler var, adlarından belli olabileceği gibi sana pek iyi davranmayabilirler. Ardından en yakın kasabaya gidip, başkente gitmek istediğini söylemelisin. Fakat biraz paraya ihtiyacın olabilir. Kasabalardaki işlere bakmanı tavsiye ederim.”
“Teşekkür ederim Hutson. Çok yardımcı oldun.” dedi Kita oturduğu sandalyeden kalkarak.
“Rica ederim çocuk. Yolcuğunda başarılar, umarım hafızanı geri kazanırsın.”
Hafızam…
Edindiği bilgilerle kafası daha çok karışan Kita, Hutson’ın çadırından çıkarak başkentin yolunu tuttu.