Ezekiel - Bölüm 3
Hastaydı Ezekiel. Tanımadığı kişilerden nedensizce nefret etmeye eğilimliydi. Şimdi yatakta sırtüstü uzanmış, tavandaki pürüzleri sayarak bir şeyler sayıklıyordu. Tavan baktıkça beyazlaşıyor, giderek pürüzsüzleşiyordu sanki. Yatağın değdiği duvardaki saate bakmaya başladı. Saatin 8’e çeyrek kalayı iki dakika geçtiğini görünce az önce yaşadığı her şeyin yine bir hayal olmasını umarak yatağından kalktı. Ayakta zor duruyordu yine, gözleri kararmıştı. Üzerine gayet rahat olan gri tişörtünü giydi. Altına yine bol gelen siyah bir şort giyerek kapıya yöneldi. Kapıyı açtığında, karşısına Tonny çıktı. Bir süre bakıştılar, kardeşi de yorgun gözüküyordu.
Sanki çok umurundaymış gibi:
— Nereden? -dedi.
— Hiç. Bu sıcakta banka oturasım geldi.
— Anladım, görüşürüz.
Kardeşini hafifçe iterek apartman koridoruna fırladı. Siyah kısa çoraplarının üstüne eskimiş tuvalet terliğini giymişti. Olanca hızıyla merdivenlerden iniyor ve kendisinden kaçacak yer arıyordu. Tabii bu imkansızdı yaptıklarını çok düşünen birisi için. Bir gün bu merdivenlerden inemeyeceğini fark etti. Durdu ve baktı gerisine, çoktan zemin kata inmişti! Daha az önce evden dışarı atılmışken, diye düşündü yarım yamalak. Apartmanın dış kapısını iterek hızla dışarı çıktı. Henüz karanlık çökmemişti şehre, erken yanan sokak lambaları ve tonla insanla baş başaydı. Yine de sevmişti bunu. Büyük apartmanların sakladığı küçük kaldırımlarda yürümek hoşuna gitmişti. Bu şehrin hiçte öngörülemez olmadığını fark etti o sırada. Eğer oturup ciddi ciddi düşünseydi gelecekte nasıl olacaklarını, tam olarak burası canlanırdı kafasında. Sonuçta, döneminde önemli olan tek şey takım elbiseli beylerken ilerisi için nasıl uçan arabaları falan düşünüyorlardı ki? Böyleydi ve böyle olmalıydı, fazlası ters gelirdi o çok bilmiş takım elbiselilere. Sonra gözüne, önündeki kocaman Y ve Z harfleri çarptı. Acaba Yuka eve gelmiş miydi? Görmüş müydü aşkının son halini? Kızmış mıydı bunu yapan o kişiye, yani bilmeyerek Ezekiel’e? Şimdilik Ezekiel, yolda yürüyen bir karıncaydı sadece. Yorgun ve istemeden sonunu hazırlayan bir karıncaydı. Az sonra, üç yıldır her geçişinde şaşırdığı o yerden geçti. Koskoca binaların, kocaman gelişmiş şehrin bir kısmına geçtikten sonra, -ki geçmemek imkansızdır- bambaşka bir yerde buluyordu kendisini. Eskiydi sokak lambaları, gökyüzü elektrik kablolarıyla doluydu, binalar yıkık döküktü hatta. Robin ise barını kura kura bu mahallede kurmuştu. Buraya girdiğinde bir dağdan düşmüş gibi hissediyordu Ezekiel. Bu mahalleyi geliştirmek istemeyen herkesi kınıyordu. O güzel şehir, buraya girdikten sonra yalanmış gibi hissettiriyordu, taze bir yalan. Ezekiel’e de bir şeyler oluyordu buraya geçiş yapınca, elini kolunu sallamaya başlıyordu yürürken. Arada yere tükürüyor, millete sataşıyordu. O gün hiçbir şey yaşanmadan ulaştı bara. Bar, düzdüz yolun iki basamak aşağısındaydı. Sadece camları gözüküyordu dışarıdan ve insanın teki camdan bakınca kendini gerçekten karınca sanıyor, tüm artistliği yok oluyordu. Bar boştu, sadece yarı sarhoş haliyle Robin duruyordu kırık taburede. Bar dediğime bakmayın, içerinin çay ocağından farkı yoktu -yani, şu genelde amcaların sohbet etmek için gidip dört çay içmeden dönmediği çay ocaklarından-. İşte onun içkili sürümüydü Robin’in barı. Kapıyı açtıktan sonra çıkan zil sesi ile yavaşça kafasını Ezekiel’e çevirdi. Ezekiel biraz gerilerek -çünkü içerisi çok karanlıktı- el salladı. Robin ise dişleri dökük dedeler gibi gülerek elini salladı. Ezekiel ellerini arkada birleştirdikten sonra yavaş adımlar atarak Robin’in karşısına oturdu. Karşısındaki en yakın arkadaşı olsa bile, neler yaptığını anlatacak cesareti bulamıyordu. Her şeyden önce, hiçbir şey yaşanmamışken, kendine bile anlatmamıştı doğru dürüst ne yapacağını. Sadece istedi, nefret ettiğinden istedi ve yaptı. Bir müddet öyle durdular, sonra, Ezekiel söze başladı yavaşça:
— Yok mu içki?
— S*ktir et şimdi içkiyi! Lokantadan ayrıldıktan sonra canım sıkıldı, bodrumu düzenlemeye koyuldum. Bir baktım, en ücra köşede iki tane olta duruyor. Hem de, ne zaman koyduğumu bile hatırlamamama rağmen hâlâ sapasağlamlar. Gel böyle olsun bu akşam, sahile gidelim. Hem azıcık sohbet ederiz, kötü mü olur?
— İyi olur, iyi. Sen bana ver de bir içki, sonra yaparız dediğini.
— Sonun iyi değil senin yahu! -diyerek ayağa kalktı Robin. Son kelimeyi söylerken sesli harfleri uzatmış, ayağa kalktığında da iyice tuhaflaşmıştı. Raflara gittiğinde sarhoş sesiyle şarkı söylemeye ve doğru içkiyi aramaya başladı. Az sonra yeniden geldi, boktan bir içki getirmişti Ezekiel’e. Hatta belki de, tuvalet suyu içse daha temiz kaçardı. Fakat Ezekiel anlamazdı bu işlerden, çoktan arkadaşının sarhoş aklına güvenmiş ve içmeye başlamıştı.
…
Üç dakika sonra çıktılar bardan. Robin, oltaları Ezekiel’e geçirmiş, ellerine de iki tane sandalye vermişti. Bardan usulca çıkmışlardı. Robin kapının anahtarını arıyorken, Ezekiel dalgın dalgın kırık duvarlara bakıyordu. Sonunda kapıyı kilitledi ve yola koyuldular. Hava, kararmadan önceki o güzel halindeydi. Ezekiel üzerindeki oltaları Robin’e vermiş, sandalyeleri koltukaltına almıştı. Yolun kenarı üç katlı, boyasız, eski binalar ve çatlak, ışığı açık balkonlarla doluydu. Bazıları kafalarını çıkartmış yoldan geçenlere bakıyordu.
Ezekiel, Robin’e dönerek:
— Ee, bar nasıl gidiyor? -diye sordu.
— İyi, iyi. Yine sakin ilerliyor, kişiler sabit.
— 70 yaşındaki amca nasıl ölmüyor, anlamıyorum ki!
— Öyle deme. -dedi gülerek.- Güzel para veriyor içkiye.
— Parasını bırak, tipinde hayır yok şerefsizin!
— Amaan. Yaşayıp gidecek işte! Kim bilir nereden buldu da geldi bu evrene.
Konuşurken çıkmışlardı eski mahalleden. Yine o güzel, büyük şehirdeydiler. Karşılarında arası palmiye ağaçlarıyla süslenmiş sağlı sollu bir yol, ilerisinde de demirlikler ve sahil vardı. Ezekiel denizi özlemişti, üç yıldır görmediğini hissediyordu. Küçük merdivenden sahile inip sakince kuruldular. Sandalyelere oturduktan sonra oltaları bile açmadan öylece denizi izlemeye başladılar. Robin kafasını Ezekiel’e çevirdi. Ezekiel ise çoktan denize dalmıştı. En sonunda, ona bakmayacağını anlayarak:
— Ne olacak böyle? -dedi.
— Ne olmuş ki?
— Hayattan bahsediyorum yahu. Her gün içiyoruz. Zaten çökmüşüz, birde çöküşümüzü pisliğe bulaştırıyoruz. Sonra bir ediyoruz onları, beni bu içki bitirdi, diyoruz. Oysa kendimizi bitiren yine kendimizdik.
— Ben memnunum durumumdan. Bak, leş gibi kokuyorum. En son ne zaman yıkandığımı bile hatırlamıyorum. Zaten hayaller ile yaşıyorum, gerçek ile hayali karıştırdığım oluyor arada. Ama hiç isyan etmiyorum, değil mi?
— İyi, ama, ölene kadar böyle mi gidecek? Böyle leş gibi kokarken mi ölmek isterdin yani?
— İstemem. Zaten, en kısa zamanda her şey değişecek. Daha da kafayı yiyeceğim hatta. Artık sadece hayallerle değil gerçeği, gerçeklikle bile karıştıracağım. Bir bakacağım, herkes ben olmuşum falan, düşünsene.
— Harbiden de tuhaf birisisin aslında, biliyor musun?
— Biliyorum canım, -uzatarak,- biliyorum. -dedi.- Ama, asıl tuhaf olan sensin. Daha dün sakin sakin takılıyordun, ne ara sarhoş olunca müşterileri kovmaya başladın?
— Amaan! Ağzım kokuyormuş, öyle diyorlar.
— Birde hâlâ içiyorsun.
— Boş ver şimdi onları. Geçen, sahilin yanındaki kaldırımda yürüyordum. -diye anlatmaya başladı. Sesi giderek uzaklaşıyor, görüntüsü giderek bir şey tarafından içe çekiliyor ve etrafını beyaz kaplıyordu. Uzun zaman sonra ilk defa bu kadar iyi hissediyordu Ezekiel. Kollarını birleştirmiş, gülen suratı ile sakin dalgaları sayıyordu. Yine de uzun sürmemişti mutluluğu, uzun sürememişti. Çünkü şimdi, sanki her şey bir anıdan ibaretmiş gibiydi. Az önce yaşadığı her şey üç yıl öncesinden kalmış bir anıydı sanki. Sanki yatağında sırtüstü uzanırken bu anıları düşünüyordu. Artık gördüğü hayallerle ters köşe olmaktansa kendini ters köşe ediyordu. Ters köşe oluyordu geçmişte kalanlara dalıp. Gerçekten de her gün içiyorlardı. Artık Robin, Tonny ve Ezekiel yoktu gelecekte. Hepsi yok olunca onlar yerine başkaları geçmişti. Bu bir son değildi, çünkü henüz yok olduklarını söyleyemezdik. İşte, Ezekiel yatağında yatıyordu fakat ona bakınca yok olduğunu söyleyemeyeceğiniz gibi, var olduğunu söylemek için de bir güç gerekirdi size. İşte, Tonny eve giriyordu ve sözde vardı. Aynı şeyler onun tatlı mor gözleri için de geçerliydi. Yine, işte, Robin kırık taburesine oturmuş geçmişini sorguluyordu. Zaten geçmişini sorgulayan birisi, şu anda yaşamıyordur efendim. Geçmişinde kalmıştır, geçmişini özlemiştir, geçmişinden nefret ediyordur, geçmişinden pişmandır. Uzun zaman sonra ilk defa bu kadar iyi hissediyordu Ezekiel. Yine de uzun sürmemişti mutluluğu, uzun sürememişti. Çünkü şimdi, sanki her şey bir anıdan ibaretmiş gibiydi. Hayır, bunları zaten söylemiştim. Karşılarında arası palmiye ağaçlarıyla süslenmiş sağlı sollu bir yol, ilerisinde de Ezekiel’in ölü bedeni ve Yuka vardı.
Ne oluyor?
…
O günün ve yaşanan her şeyin üzerinden yıllar geçmişti. Ezekiel erkenden uyanmış, odasının camından şehri seyrediyordu. Hangi yılda veya hangi günde olduğunu kestiremiyor, sadece hafta sonu olup olmadığını tahmin ediyordu. Mutfaktan küçük balkona çıktı. Camı açıp derin bir nefes aldıktan sonra koyu mavi kanepede duran tek sigarayı yakmaya koyuldu. Hava esiyordu, gökyüzü güzeldi. İçine çektiği duman, içine çektiği nefesten daha derindi. O gün, bakışarak anlaşılmanın mümkün olduğu evrenden bir parça gibiydi. Ezekiel, hayalden beri Yuka’dan nefret ediyor ama o olmadan yaşayamıyordu. Arada iki bira alıp yanına gidiyor, dertleşiyorlardı. Sigarası bitince mutfağa girdi. Uzun tahta çekmeceyi çekip su bardağı aldı. Buzdolabında duran soğuk suyu alıp sonuna kadar doldurdu. Yavaşça değdirdi dudaklarını bardağa, içmeye başladı. İçtikçe, zaten evin sıcaklığından kurumuş boğazlarının açıldığını hissediyordu. Bardağı siyah tezgaha bıraktı, öylece kaldı. Dalmıştı ve dalınca gözleri şaşı olurdu. Tezgahtaki lambanın açılıp kapanmasıyla kendine geldi. Kardeşi uyanmıştı; tezgaha yaslanmış, abisine bakıyordu. Ezekiel kafasını ona çevirdiğine, Tonny yaslandığı tezgahtan destek alarak ileriye atıldı ve karşıya yürüdü. Yemek masası vardı, üstünde de eski bir pikap. Çekmecelerin olduğu dolabın üstünden bir albüm plağı çıkarttı. Ezekiel onu izliyordu.
Plağı yerleştirirken:
— Dizzy Gillespie’den bir klasik, Groovin’ High albümü. -dedi sakince.
Biraz beklediler; önce bir cızırtı duyuldu, sonra da hızlı sayılabilecek bir giriş ile başladı albümün ilk parçası. Ezekiel’e göre parça çeşitli sabit kameralarla çekilmiş, işe yetişmekte olan takım elbiseli adamın karelerini andırıyordu. Zamanın belli olmaması tuhaflaştırıyordu işi. Geçitten geçtiklerinde 1900 yılındaydılar fakat albüm 1955’e aitti. Bir yerden sonra ses gitti, cızırtılar duyulmaya başladı tekrar. Ezekiel’in âşık olduğu o cızırtılardı bunlar. Tam dalmışken yine hayallerine o cızırtılarla… Tonny plağı çıkarttı, yerine koydu. Cızırtıların yok olması ile kendine gelmesi, tezgaha koyduğu bardağa uzanıp sımsıkı tutması bir oldu. Sanki kesilen şey korkunç plak cızırtıları değil, onun hayalleriydi. Sanki cızırtılarla hayata tutunuyordu. O sırada Tonny odadan çıkmış, tuvalete girmişti. Yan gözle gidişini izledikten sonra sıçradı karşısındaki yemek masasına, plağı geri çıkarttı. Yavaşça yerleştirdi, pikap kolunu en başa koydu ve tekrar aynı parçayı dinlemeye başladı. 2 dakika 58 saniye süren parçanın 2 buçuk dakikası çalıyor, sonrasında ise o karşı koyulmaz cızırtı geliyordu. Bekledi iki buçuk dakika boyunca, sırf bir cızırtı uğruna. Ve, başladı tekrardan. Ezekiel gözleri plakla hizalanacak şekilde eğildi, zevkle dinlemeye başladı. Giderek pikaba yaklaşıyor, gözlerini kısıyordu. Yaklaştıkça hırıltılı sesler çıkartıyordu. Dilini dışarı çıkarttı. Kafasını hafif kaldırıp dönen plağa dilini değdirmeye başladı. Bundan zevk alıyor gibi gözüküyordu. Bu, Ezekiel olamazdı. 28 saniye süren cızırtının ardından ikinci parça çalmaya başladı. Tamamen kapatmış gözlerini hemen geri açtı, kendini geri çekti. Gizlediği hislerini sadece 28 saniye yaşayabilmişti, kırgındı bu duruma. Masadan destek alarak ayağa kalktı. Pikabın yanından peçete alıp dilinin ıslattığı kısımları sildi. Sonra çıktı mutfaktan, odasına girip giyebileceği bir şeyler aramaya başladı. Altına düz giden, biraz dar siyah pantolonunu giydi. Üstüne önce beyaz bir gömlek ve açık mavi çizgili, kırmızı bir kravat, sonra koyu kahverengi deri ceketini giyip antreye çıktı. Antrede büyük bir dolap, önünde de montelenmiş bir ayna duruyordu. Çıkmadan önce oradan kendine bakar, şık olup olmadığını kontrol ederdi. Saçlarını yine dağınık topuz bağlayarak evin dış kapısını sertçe açtı. Çıkarken kardeşine seslendi, kardeşi evde kalacaktı. Kahverengi kundurasını giydi kemikli ayaklarına. Sonra attı ellerini deri ceketinin cebine, yavaş yavaş inmeye başladı. O gün içeceklerdi üç kişi: Yuka, Robin ve o. Erkenden buluşmayı, hava kararınca da iskeledeki taburelerde içmeyi planlamışlardı. Yuka sevdiğinin ölümünden sonra iyice içkici olmuştu, artık üç kişi takılıyorlardı bu yüzden. Başkan işlerini artık bırakmıştı başkasına, kim olduğu önemsizdi. Zaten ona uygun bir iş olmadığını da geç olmadan anlamış, kendi yaşamına odaklanmıştı. Evdeyken kitap okuyor, müzik dinliyor, spor yapıyor bilmem ne. Florida’nın katilini bilmiyordu henüz, öğrenecek kadar güçlü hissetmiyordu kendini. Hatta araştırmamıştı bile. Ezekiel merdivenlerden inerken Yuka ile hâlâ nasıl hiçbir şey olmamış gibi arkadaş kalabildiğine şaşırıyor, her buluşmasında kendisini pislik gibi hissediyordu. Sonra unutuyor bunları, yine aynı şeye, 15. katta oturmasına sövüyordu. Hep, tam aynı yerde yapıyordu bunu, sesli sesli. Sonunda dışarı çıktı, betona oturup dinlendi. Evden çıkmadan önce pantolonunun cebine bir paket sigara ve çakmak atmıştı. Dayanamadı, hemen yaktı bir tane daha. Ezekiel, hayatını isteklerinin önüne geçemeyerek yaşıyordu. Kalktı oturduğu yerden, sahil kenarına yürümeye başladı.
…
Robin kırmızı kazağı ve bol siyah pantolonu ile yeni boyanmış demirliklere yaslanmış, iğrenç mahallesinin girişine doğru bakıyordu. Kazağı, pantolonun başladığı yere kadar uzanıyordu. Sağ elinde büyük beyaz bir poşet tutuyordu. Etrafta pek insan yoktu; önünde binalar, sağında bir büfe, arkasında da sahil ve büyük deniz. Ezekiel yanına vardığında yavaşça sırtına vurdu ve yine aynı yavaşlıkla demirliklere yaslandı. Robin ona ve ağzında tüten sigarasına baktı. Sonra tekrar tam karşısına bakmaya başladı. Dalgın bir günüydü anlaşılan, konuşası yoktu.
İsteksizce ama sohbet açmak zorundaymış gibi:
— Seni en çok mutlu eden şey nedir? -dedi.
Bitmiş sigarasını tükürüp:
— Sigara, içki ve şu sıra cızırtılar…
— Cızırtılar mı?
— Tuhaf bir ilişki.
Kafasını Robin’e dönerek ekledi:
— Şu lokantadaki hayalden beri.
— Nasıl bir ilişkiymiş? -diye sordu gülerek.
Hafif yaklaştı ve fısıldayarak:
— Cızırtılar… Beni tahrik ediyor. -dedi.
— Şaka yapıyorsun. -diye bağırdı Robin.
— Ne şaka edeceğim? -derken yarı tebessüm ediyordu.- Ya seni?
Robin kafasını havaya kaldırdı, sol işaret parmağıyla yoğun bulutların olduğu tarafı göstererek:
— Bulutlar. -dedi.
İkisi de gökyüzüne bakıyordu, bulutlar gerçekten çok güzeldi. Sanki bir sahne, bir senaryoyu yansıtıyorlardı. Bir tarafta sakallı, şişman bir adam tuttuğu kısa kılıcını önündeki yarı çıplak kadına savuruyor. Bir tarafta üç tane adam koşuyor, yüzleri alev almış. Bir tarafta saçını yeni kestiği belli olan bir çocuk elindeki çiçekleri kokluyor. Bir tarafta kalp, iki yanında farklı iki harf.
Robin ekledi:
— Bulutlar bana hayal etme gücü sağlıyor. Hayalsiz bir dünya geçer mi yahu?
— Haklısın, fakat, bulutlar yüzü arkaya dönük insan şekilleri ve korkunç senaryolarla dolu. -tekrar kafasını Robin’e çevirerek,- İçkileri getirdin mi sen? -dedi.
Robin sağ elindeki poşeti bel hizasına kadar kaldırıp sallamaya başladı. Az sonra, uzaktan Yuka belirdi. Üzerine siyah kazak giymiş, altına da bol bir pantolon. Pantolonun rengi tam anlaşılmamakla beraber, giydiği kazakla gayet güzel duruyordu. Saçının birazını kesmiş, arkasını bağlamış, önünde de kâkül bırakmıştı. Yüzünü açmıştı bu saç şekli. İnce ve güzel yüzünü daha da güzel yapmıştı sanki. Ezekiel sevmemişti saçının bu halini ve giydiklerini. Hızlı adımlarla geldi, tokalaştılar. Robin’in sağ tarafına geçti ve demirliklere yaslandı. Hafif öne eğilip Robin ve Ezekiel’in dalgın yüzüne baktı.
Yavaşça:
— Ee, kimin yasını tutuyorsunuz? -dedi.
— Ne yası yahu? Dalgınız bugün! -diye atıldı Robin.
— Niye dalgınsınız be? Hayat devam ediyor işte.
— Belki de ondandır dalgınlığımız.
— Gün batımına kadar böyle mi duracağız peki?
— Yok. Gideriz şimdi.
— E koyunalım o zaman.
Ezekiel kafasını Yuka’ya çevirerek:
— Koyunalım mı? O ne?
— Gidelim yani, topuklayalım.
— Dur be abi! Ne acelen var? -diye atılan yine Robin’di.
— Yahu yok bir acelem. İyi madem, duralım öyle. -diyerek kollarını birleştirdi, kafasını diğer tarafa çevirdi.
İki dakika sonra Ezekiel öne çıktı. Ellerini cebine atıp:
— Hadi koyunalım beyler! -diyerek pantolon cebinden sigarasını çıkartmaya yöneldi. Sigarayı paketinden çıkartıp yine kurumuş dudaklarının arasına aldı. Yuka pantolonun arka cebinden çakmak çıkarttı, Ezekiel’in sigarasına doğru uzatıp yaktı. Robin onları izledi, sonra kalktı yaslandığı demirliklerden. Yavaş yavaş yürüyorlardı, deniz sağındaydı hepsinin. Ezekiel Yuka’nın yarım adım ilerisinde, Robin ise hepsinin iki adım arkasındaydı.
Yuka kafasıyla arkada kalan büfeyi göstererek:
— Artık tek dostum şu büfeden aldığım bira ve kahveymiş gibi hissettiriyor. Her gece alıyorum kitabımı, biraz okuyup koyuyorum geri küçük sehpanın üstüne. Sonra açıyorum sakin bir müzik, sehpanın diğer tarafında kalan biraya yavaşça uzanıyorum. Kalitelisinden satıyor şerefsiz, bağımlısı oldum. Her içişimde tuhaf oluyorum, daha da içesim geliyor. Sonra şişiriyor beni, çok içmişim, diyorum. Mutfağa ayaklanıyorum, biraz su ısıtıp kahve dolu bardağa döküyorum. Uzanıyorum tekrar koltuğa, biraz da onu yudumluyorum sıcak sıcak. Sonra, gecenin 3’ünde dalıveriyorum en derin uykuma. Ağzımdan akıyor kalan kahveler, elimdeki bardak yere düşüyor.
— Yani, seni en çok mutlu eden şey bira ve kahve mi? -dedi Robin.
Yuka kafasını arkaya çevirerek:
— Hayır, mutlu eden bir yanı yok. -demesiyle konu çoktan kapandı.
Dümdüz gidiyorlardı geniş kaldırımda. Ezekiel’in sigarası hâlâ bitmemişti. Bir süre sonra yolun karşısına, diğer tarafa geçtiler. Küçük bir kahvaltılık mekânın ikinci katına çıktılar. Dörtlü bir masaya oturdular. Ezekiel ile Robin yan yana oturmuş, poşeti de Yuka’nın yanındaki sandalyeye koymuşlardı. Ezekiel dirseklerini masaya yaslamış, kafasını ellerinin arasına almıştı. Karşısında duran poşetin ucuna bakarken dalmış, bir şeyler düşünüyordu. Robin ise yerdeki çizgilerin tasarımına bakıyordu. Yuka aralarında tek canlı olandı, bir Robin’e bir Ezekiel’e bakıyordu. Sonra Ezekiel arkasına yaslandı, tek kolunu sandalyenin arkasına attı, eliyle yüzünü okşadıktan sonra etrafına bakındı. Ofladı birkaç saniye, cebindeki sigara paketini masaya fırlattı. Robin çıkan ses ile kendine geldi, kafasını hızla önüne çevirdi.
Ezekiel sigara paketine bakarken, dalgın gözleriyle:
— Simit poğaça alalım ya, boş boş duruyoruz böyle. -dedi.
Yuka yavaşça yana döndü, etrafına bakındı bir garson aramak üzere. İlk göz göze geldiği garsonu el kol hareketi yaparak çağırdı:
— Bize üç çıtır simit, iki peynirli poğaça getiriver. -Robin poğaça sevmiyordu,- Birde çay, bir tane.
— Bir tane de şekerli kahve. -diye atıldı Ezekiel.
— Bana da kirazlı meyve suyu. -dedi Robin.
Garson gittikten sonra Ezekiel:
— Kirazlı meyve suyu ne oğlum, midesiz misin? -diye sordu.
— Açılamadım bir türlü, belki açar diye istedim.
Yuka masaya yaklaşıp:
— Ee, beyler, görüşmeyeli nasılsınız? -diyerek konu açmaya çalıştı tekrar.
Robin sol kolunu havaya kaldırdı, giderek aşağı indirdi sonra kolunu, böyle hissettiğini göstermeye çalışıyordu. Yuka dudaklarını aşağıya büküp kafasını salladı, aynısından, demekti bu. O sırada garson geldi, herkesin istediğini masaya koyup geri gitti. Yuka çayını içip derin bir nefes aldı. Yemeye başladıkları süre boyunca hiç konuşmadılar. Sürekli bir ona bir ona bakıyorlar, arada gülüşüyorlardı. Yirmi dakika sonra çıktılar mekândan. Çıkmaları ile Ezekiel’in 4. sigarasını yakması bir oldu. Robin duygusal günlerde sigara içenlerdendi. Yuka ise hiç içmemişti, yanındakilerin dumanına içmişten betere dönüyordu. Yine geçtiler sahil tarafına, üç kişilik bir bank bulup oturdular. Ezekiel, Robin’in omzuna yaslanıp uyukluyordu. Yuka ellerini bacaklarının arasında birleştirmiş, öylece duruyordu. Yuka dışlanıyordu bu üçlü arkadaş grubunda. Zaten ne zaman öyle olmaz ki? Ne zaman üçlü arkadaş grubunda birisi dışlanmaz sanki? Hep, hep öyle olmuştur. İkisi çok yakındır hep, diğeri sap gibi duruyordur yanlarında. O sırada Yuka’nın gözleri dolmuştu. Boşluktaydı, aklında Florida geliyordu, ve onu ne kadar sevdiği tabii. Kaptırmıştı ona kendini, başkasını sevmeyi düşünemiyordu bile. Kafasındaki sesler susmuyor ve onu suçluyordu. Gözlerini kapattı, ellerini sıktı. Bir anda bağırmaya, duyduğu seslere sövmeye başladı. Farkında olmadan ayağa da kalkmıştı o sırada. Ezekiel kafasını kaldırmıştı, birlikte Yuka’ya bakıyorlardı. Anlamsız bir bakıştı onların attıkları, ne olduğunu da anlamamışlardı zaten. Sonra sustu Yuka, kendine geldi yeniden. Utanmış birisi kadar yavaş çevirerek kafasını, o ikisine baktı. Usulca geri oturdu kalktığı banka. Çok utanmıştı, yerin merkezine gömülmek istiyordu.
…
Gün hızlı geçiyordu. Onlar orada mayışmışken saat akşamın 6’sına varıyordu. Karşılarındaki Güneş batmaya başlamış, yüzlerinde yanık izi oluşturmuştu.
Ezekiel kafasını tekrar kaldırarak:
— Hadi, şu balıkçıda oturup içelim artık. -dedi.
Ayaklandılar hep beraber. Balıkçı uzakta değildi. Adamdan izin alıp üç sandalye, bir küçük masa aldılar ve iskelenin ucuna kuruldular. İyice yayıldılar. Sanırım bu kısım, Yuka’nın dışlanmış hissetmediği tek kısımdı. Robin poşetteki üç içkinin kapağını açıp herkesin önüne koydu. Ağır bir içkiydi, sarhoş olmaya uygundular. Zevkle açtılar, diktiler ilk yudumlarını. Denizden serinlik geliyordu, keyifleri yerindeydi. Ezekiel 5 dakikada tamamını bitirmişti. Şişeyi denize fırlattı, diğerlerine baktı gülerek. Yuka daha yarısındaydı, Robin’in bir yudumluk kısmı kalmıştı. Robin masaya sertçe vurdu şişeyi, o da gülmeye başladı. Yuka hafif irkildi, korkuyla karışık gülmeye çalıştı. Gülmeseydi yine bakacaklardı garip garip, onlara ayak uydurmak zorundaydı. Ezekiel erkenden zil zurna sarhoş olmuştu. Ayağa kalkacak oldu, dengesini kaybedip geri oturdu. Sol kolunu kaldırıp aşağı yukarı sallıyordu. Ağzı kötü kokuyordu, konuşurken de ıkınıyordu resmen.
Zorlanarak:
— N’aaapıyoruz beyler? -diye saçtı sözcükleri.
— Aha, şuraya da yazıyorum… Bu akşam… Mışıl mışıl uyuyaca’m! -dedi Robin zar zor. O da çok erken sarhoş olmuştu.
Ezekiel gülerek:
— Sen mi? Git lan! Eve gidip uyuyan ilk ben… -başparmağı ile kendini göstererek,- Ben olca’m! -dedi.
Yuka onları izliyordu masumca. Arada kafası gidiyor, sallanmaya başlıyordu. Önündeki şişeyi bitirmemişti henüz. Ezekiel ona dönerek:
— Bitirecek misin onu? -dedi.
Karnına vurdu Yuka, şiştiğini göstermek istiyordu. Ezekiel eliyle masadakileri savurdu, tüm şişeler denize yuvarlandı. Masadan destek alarak ayağa kalktı. Yine zorlanarak bir şeyler demeye çalıştı, diyemedi. Sonra uyandı tekrardan bir sabaha. Kalktı yatağından, odasına bakındı. Duvardaki saate baktı, 10’a çeyrek vardı. Bu yaşananlar da mı bir anı, bir hayaldi, diye düşündü. Belki de bir hataydı. Aklına geldi anısının hata olan kısmı, Yuka’ya anlatmıştı Florida’yı öldürdüğünü. Sonra, gözünün önüne o beyaz yaşlı adam gelmişti. Ardından ne olduğunu ne Ezekiel ne de karadaki balıkçı hatırlıyordu zaten, işte buradaydı. Üstünü bile değiştirmeden uyumuştu hatta. Nasıl, hangi cesaretle söyledi ki olanları? Zorla ayağa kalktı, sallanıyordu. Deri ceketini yatağa atıp evden dışarı fırladı, denizi görmesi lazımdı. Koştu 15 kat boyunca, sigarasını da evde unutmuştu. Telaşlıydı, terliyordu. Apartmanın kapısını hızla itip soluğu dışarıda aldı. Dinlenmeden sahil kenarına koştu. 15 dakika koştuktan sonra, deniz karşısındaydı. Rahatlamaya çalıştı demirliklere yüzüstü yaslanıp. Titriyordu, lanet ediyordu dününe. Nasıl kurtulmuştu Yuka’nın elinden? Yoksa Yuka şok geçirdi, o da fırsat bilip kaçtı mı? Ne olduysa oldu ki şimdi burada duruyordu. Hiç fark etmemişti, o sırada birisi arkasındaydı. Aralarında 7-8 metre ya var ya da yoktu. Sokakta onlar dışında da kimse yoktu. Klasik bir sahneydi, her an her şey olabilirdi. Ezekiel rahatlamak için derin nefesler alıyor, arkasındaki öylece duruyordu. Ceplerini yokladı sonra, iki eline iki çakı aldı. Evet, cepleri çakılarla doluydu tuhafça. İşte bu isimsiz kalmışlığın etkisi değildi, farklı bir şeydi. İkinci evrenin ilk tuhaflığıydı belki de gördüğümüz. Adam sağ kolunu arkasına doğru uzattı, fırlattı elindeki çakılardan birisini. Çakı hızla Ezekiel’e yaklaşıyordu. Öldürecekti Ezekiel’i, planı böyleydi. Sonra, çakı boşluğa çarptı. Gerçekten öyle oldu, Ezekiel’e değmeden yere düştü. Adam biraz bakakaldı öylece, sonra yok oldu.
!-!
Ezekiel sahil kenarındaki demirliklere yaklaştı. Kollarını demirliğin üstüne koyup denizi seyretmeye başladı. Derin nefesler alıyor, rahatlamaya çalışıyordu. Düne lanet etti. Sonra, Yuka’nın elinden nasıl kurtulduğunu düşünmeye başladı. Aklına bir fikir geldi… Robin’in yanına gidecekti. Saatine baktı, 10 buçuktu saat, bar açıktır diye düşündü. Yüzünü arkasındaki yola ve ilerideki o iğrenç mahalleye çevirdi. Bir süre baktı öylece, gitmeye korkuyordu o pislik yere. Fakat pek bir çaresi de yoktu sanırım, iki dakika sonra çoktan girdi mahalleye. Yürüdü yine o çöp sularıyla dolu yollardan, geçti yine o atletli şişman amcaların yolları gözetlediği evlerin altından. En sonunda vardı yine o Yolaltı Barı’na. Evet, barın adı buydu çünkü dedim ya, barın camından bakınca kendinizi karınca gibi hissediyordunuz. Kapıyı açtı, ittiğinde çıktı o zilin sesi, kulaklarını ağrıttı hatta yine. Evet, o zil sesinden nefret ediyordu Ezekiel, deli ediyordu onu. Robin ile aralarının bozulacağı günü zili yumruklamak için bekliyordu. Robin kafasını merakla kapıya çevirdi, bulaşık yıkıyordu. Ezekiel çoktan içeri geçmiş, duvara dayalı bir sandalyeye oturmuştu. Robin sessizce bulaşığı kırık tezgaha bıraktı. Ellerini arkaya attı ve Ezekiel’in yanına geldi. Hafif eğildi, Ezekiel’in dalgın suratına bakıyordu.
Kafasını kaşırken:
— Sen iyi misin? -dedi.
— Yok. Dün neler oldu öyle?
— Adama açıkladın her şeyi yahu, ne olacak?
— Sonra ne oldu? Yani, nasıl kaçtık?
— İnan bana, orasını ben de bilmiyorum. En son Yuka’nın yavaşça ayağa kalkıp ceplerini yoklamasını hatırlıyorum. Gözlerimi kırptım tam o sırada, geri açtığımda da sabah olmuştu, yatağımdaydım.
— Şeyi, şu yaşlı adamı gördün mü?
— Yaşlı adam… Yok, hatırlamıyorum.
— Tuhaf. Neyse canım, bir şekilde tüymüşüz. Sigaran var mı?
— Tezgahta olacaktı, bakayım.
Robin yavaşça tezgaha yöneldi, Ezekiel arkasından bakıyordu keskin gözlerle. Ellerini birleştirmiş, bacağı bacak üstünde öylece bekliyordu. Sonra, ellerinin arasında kutu gibi bir şey hissetti. Huylandı ilk, hızlıca kafasını çevirdi, sigara paketi avcundaydı. Kafasını geri Robin’e çevirdi, bulaşık yıkıyordu tekrar. Ona bakarken ceplerini yokluyordu çakmak için. Hızla masaya baktı, eski çakmağı gördüğü gibi kaptı. Sonra tekrar Robin’e baktı, bu sefer sorguluydu gözleri.
Sigarasını yakarken:
— Yuka’nın bir özel gücü falan olabilir mi? -dedi.
Robin kafasını kaldırdı:
— Evet, olabilir.
— Sence ne kadar güçlüdür?
— Yuka güçlü bir tip, eminim karakteri de öyledir. Yani, baya güçlüdür.
— Sana hiç bahsetti mi böyle bir şeyden?
— Yanından bile geçmedi.
— O zaman ya hiç haberi yok -ki bu imkansız gibi bir şey,- ya da işini iyi biliyor. -dedi tuhaf şeyler düşünürken.
Sonra dudaklarının arasındaki sigaraya tekrar bakındı. Elleri, evsiz ve sapık bir yaşlının eli gibi kokuyordu. Kokudan nefret etse bile kokladıkça daha çok koklayası geliyordu. Haşlanmış patates, limonlu araba kokusu ve paslanmış demirin birleşimi gibi bir kokuydu. Bunlar, yaşananlar, acaba hiç yaşanmaması gereken şeyler miydi, diye düşündü Ezekiel. Tekrar aklına geldi o geçitten geçmeden öncesi, yarım yamalak bir anıydı aklındaki. Tonny’nin ona gösterdiği kağıdı bile hatırlamıyordu hatta. Ayaklandı, Robin’e teşekkür ederek çıktı bardan. Mahalle kalabalıktı. Ezekiel sağa yürümeye başladı, insanlar sağa yürümeye başladı. Hepsi sigara içiyordu. Ezekiel ne zaman sigarasını eline alsa, o zaman diğerleri de eline alıyordu sigarasını. Sonra Robin’e teşekkür ederek bardan çıktı. Sonra, duvara dayalı bir sandalyeye oturdu. Sonra, yine onu rahatsız eden zilin sesini duydu. Robin’e gitmeye karar verdi. Evinden çıktı. Yatağından kalktı. Rahatça uyudu. Ezekiel, bunların hiçbirini yaşamadı! İşte bunlar, efendim, bunlar isimsiz kalmışlığın o yabancı gelmeyen etkisiydi. Artık görünce diyebiliyordunuz bunu, çünkü hakkınız vardı.
…
Robin’in onu iyice sallamasıyla kendisine geldi. Sıçradı, etrafını incelemeye başladı. Robin sonunda rahatlamış, yanına sandalye çekip oturmuştu. Yavaşça dizine vurdu Ezekiel’in, göz kırptı. Ezekiel kafasını ona çevirdi, yavaş yavaş gülmeye başladı. Giderek ağzı açılıyordu, dişleri inci gibi gözüküyordu. Artık gözleri siyah değildi, tam tersine bembeyazdı, bir kıvılcımdı hatta. Robin bakakaldı öylece, elden bir şey gelmezdi bazı anlarda ve o anlardan birisiydi bu. Ağzı kocaman açılmıştı gülerken, gözleri de bir o kadar büyük gözüküyordu. Ezekiel yavaşça ayağa kalktı, parmağını Robin’e yöneltti.
Ikınarak:
— Sen, aslında bensin! -diye bağırdı ve bardan çıkan kapıya doğru sıçradı. Delirmişti kısaca. Kapıyı sertçe çekerek dışarı çıktı. Soğuk bir rüzgar vardı, soğuk rüzgarlar nefes almasını engelliyordu, hissetmiyordu çektiği nefesi içinde. Sokak kalabalıktı ve tüm insanlar, o nereye bakıyorsa oraya bakıyordu. Yürüdü sağ tarafa ve diğerleri de yürümeye başladı. Durdu, diğerleri de aynı anda durdu. Zıpladı, zıpladılar onlar da. Koşmaya başladığında diğerleri de koşmaya başlamıştı. Sonra ayağı taşa takıldı, hepsi birlikte yere düştüler. Kollarından yardım alarak yavaşça ayağa kalktı. Korku dolu, titreyen gözlerle bakıyordu etrafına. Saçları kesilmişti o anda, sonra tekrar uzadı. Hem bu sefer, öncekinden daha da uzundu, upuzundu. Sağ işaret parmağının tırnağı tırtıklı bir tokaya dönüşmüştü. Titreyen elleri ile giderek uzayan saçlarını bağladı. Sımsıkı bağlamasına rağmen, sol tarafı hiç bağlanmamış gibi duruyordu. Yine, gülüyordu tüm bunları yaparken. Bir insanı omzundan tutup kendine çekti, yüzüne baktı. Yani, kendi yüzüne bakıyordu o anda, karşısındaki kendisiydi. Başka birisini tuttu, yine kendisine bakıyordu o anda. Evet efendim, Ezekiel iyice delirmişti ve delirmeye devam ediyordu. Sonra, ona benzemeyen tek kişiyi fark etti. Az ilerisinde duruyordu, sırtı dönüktü Ezekiel’e. Bir adımı ile tam arkasında duruyordu adamın. Yavaşça kaldırdı kolunu, tuttu omzunu. Çekti kendine, o tanıdık yüzü gördü yine. Yuka’nın nefret dolu bakışlarıyla karşılaştı. Sonra da kafasının arkasında beliren sert yumruğuyla…